Yeni bir araştırma sık bir şekilde duyulan yanlış ifadelere inanma eğilimimiz olduğunu ortaya koyuyor.
Bu özellikle de politikacılar tarafından sıklıkla başvurulan bir numaradır: Yanlış bir ifadeyi yeteri kadar tekrar ederseniz insanlar bu ifadenin doğru olduğuna inanmaya başlar.
Psikologlar bu fenomene “aldatıcı gerçek etkisi” diyor ve daha önce karşılaştığımız bilgilerin işlenmesini daha kolay bulduğumuz gerçeğinden kaynaklandığını düşünüyorlar. Sürekli tekrarlanan ifadelerin kolay bir şekilde işlenmesi ise bir tür “akıcılık hissi” yaratarak doğru olduklarına yönelik “aldatıcı” bir sinyal yaratıyor.
Elbette ki özel düşünme biçiminizin sayesinde bu numaralara karşı bağışıklık geliştirdiğinize inanmak isteyebilirsiniz. Ancak yakın bir zamanda PsyArXiv sitesine ön baskısı yüklenen bir araştırmaya göre yanılıyor olabilirsiniz.
Ghent Üniversitesi’nden Jonas De keersmaecker ve çalışma arkadaşları, yaptıkları bir dizi deney sonunda, zekâ ya da entelektüel birikim gibi bilişsel farklılıkların “aldatıcı gerçek etkisinin” insanlar üzerindeki gücüne hiçbir etkisi olmadığını buldular. Araştırmacılar karar verme mekanizmamızı etkiledikleri bilinen bilişin üç yönünün -bilişsel yetenek ya da zekâ, belirsizlikten kaçınma isteği ve bilişsel stil (kişi yavaş mı yoksa hızlı mı düşünmeyi tercih ediyor, analitik bir yöntem mi izliyor yoksa sezgisel mi düşünüyor vb)- insanların aldatıcı gerçek etkisine ne kadar eğilimli olduğunu belirleyip belirlemeyeceğini merak ediyordu.
Örnek vermek gerekirse, daha çok sezgisine güvenen katı ve hızlı yanıtlar almak isteyen bir kişinin bilginin sürekli tekrar ediliyor olmasını bilginin güvenirliliği ile ilişkilendirmesi kuvvetle muhtemeldir. 199 – 336 katılımcının yer aldığı altı deneyde araştırmacılar bilişin yukarıda sözünü ettiğimiz yönlerini incelerken aynı zamanda aldatıcı gerçek etkisini ölçmeye çalıştılar.
Uygulanan metotlar her araştırma için değişkenlik gösteriyor olsa da katılımcılar genel olarak içinde doğru ve yanlış ifadelerin karışık olarak bulunduğu bir metin okuyor daha sonrasında da bilişsel bir dizi test ve anketi tamamlıyorlardı. Son olarak da deneyin başında okudukları ve bu defa aralarına yeni ifadelerin de serpiştirildiği metni tekrar okuduktan sonra metindeki ifadeleri doğru ya da yanlış olmalarına göre değerlendiriyorlardı.
Yedinci çalışma diğerleri ile benzerlik gösteriyor olsa da yalan ve gerçek politik haber başlıklarını içeriyor olmasıyla diğerlerinden ayrılıyordu. Bu deneyde ise katılımcıların görevleri bu haber başlıklarından hangilerinin uydurma hangilerinin gerçek olduklarını ayırt etmeleriydi.
Araştırmacılar yedi çalışmada da aldatıcı gerçek etkisine rastladılar: katılımcılar daha önce karşılaştıkları uydurma ifadelerin ya da haber başlıklarının, ilk defa gördüklerine kıyasla, doğru olduğuna inanma eğilimi gösteriyorlardı. En önemlisi de bu etkinin gücünün katılımcıların bilişsel yetenekleri, düşünme stilleri ve belirsizlikten kaçınma istekleri ile değişkenlik göstermiyor olmasaydı. (Birkaç çalışma bu özellikler ile aldatıcı gerçeklik etkisi arasında oldukça küçük bir ilişki bulmuş olsa da araştırmacılar bütün verileri entegre ettikten sonra bu ilişki ortan kayboluyordu.)
Bu bulgular kendi özel bilişsel profilimiz ne olursa olsun tekrar edilen bilgilere inanma eğilimimiz olduğunu gösteriyor. Bu bizleri dürüst olmayan fabrikasyon tipli reklamlara karşı kuşkucu bir hale getiriyor olsa da araştırmacılar daha olumlu bir tutum takınmayı tercih ediyorlar.
Araştırmacılar sürekli duyulan bilginin neden olduğu işlem kolaylığının ve akıcılık hissinin bireylerin sahip olduğu bir kusur olarak görülmemesi gerektiğini, aksine birçok bağlamda evrensel ve epistemolojik olarak temize çıkarılmış bir gerçeği işaret edebileceğini söylüyorlar. Başka bir deyişle bulgular bizlere “aldatıcı gerçek etkisine” karşı daha savunmasız bir grup insanın varlığından ziyade aldatıcı gerçek etkisinin avantajlı bir evrensel bir önyargı olduğunu ve çoğu zaman akıcılığın güvenirliliğin bir tür sinyali olduğunu ortaya koyuyor.
Hazırlayan: Sıla Özeren