Doğa, sanatçılara sonsuz ilham veren bir kaynaktır. Peki, hangi sanatçılara nasıl ilhamlar vermiştir?
Doğa ile Sanat İlişkisi
Doğa; kelime olarak kendi kuralları çerçevesinde sürekli gelişen, değişen canlı ve cansız varlıkların hepsi, tabiat, natür anlamlarına gelir.
Doğa, tarih boyunca insanı etkilemiş ve insan hayatını devam ettirebilmek için sunduğu olanakları kullanmıştır. İnsan, kimi zaman hayatta kalmak içgüdüsü ile kimi zaman çevresel şartlarını iyileştirmek için ürettiği her şeyin ham maddesini doğadan almıştır. Sanat için de aynı şeyi söyleyebiliriz. Çünkü doğa, sanatçıya yaratması için eseri ile kendi zihni arasında çağlar boyu köprü olmuştur.
Sanatçı bir eser ortaya koyarken izler, düşünür ve harekete geçer. Doğayı kusursuz bir biçimde resmetmeye çalışan bir ressamın zihnindeki imaj ile doğa dışı anlatımlara eserlerinde yer veren sanatçının yapıtında aynı zihinsel anlamdaki düşünce mutlaka vardır.
Rönesans ve Reform hareketlerinden sonra sanatçılar doğadan aldıkları ilhamla çalışmalar yapmışlardır.
Sanatta Doğadan Doğa Metaforlarına Geçiş
Delacroix
XIX. yüzyıldan başlayarak sanatta atılan önemli adımlar doğa ile sanatçıyı giderek birbirine daha da yaklaştırıyordu. Standartlara uymamayı eserlerine yansıtarak ilk isyan bayrağını eline alan Delacroix, sanatta devrim yaratacak olan İzlenimcileri derinden etkileyecek oluşundan habersiz hayal gücünün, rengin öneminden bahsediyordu. Delacroix’nun izleyiciye geçirmek istediği bir duygu vardı: kendi duygusu. İzliyor, hissediyor, heyecan duyuyor, eserine aktarıyor ve buna izleyicinin de açıkça tanık olmasını istiyordu.
Delacroix’nun çağdaşlarından özellikle manzara ressamlarına hayranlık duymuş olması, günlüklerinde yerel renge, ışık ve renk ilişkisine değinmesi ve özellikle suluboya ile yaptığı manzara resimleri aslında İzlenimcilik akımının gelişinin habercisi niteliğindeydi.
Monet
Monet’nin yer aldığı grup İzlenimciler grubudur. Sanatçı, akımı başyapıtlarından biri olan “İzlenim, Gündoğumu” tablosu ile ele almıştır.
İzlenimcilerin renk üzerine yaptıkları araştırmalar resim sanatına görecelik kavramını kazandırarak şüphesiz bir devrim yaratmıştı. Monet de aynı şekilde yerel renkleri bir yana bırakmış, açık havada ışığın anlık değişimi altında kendi izlenimlerinden eserler yaratmıştı.
Paul Cezanne
Paul Cezanne’nin tarihte “modern resmin babası” olarak anılması, eserlerinde doğayı doğadan başka bir nesne ile ilişkilendirmek gibi bir görme biçimi geliştirmiş olmasındandı. Bu aynı zamanda onu, doğaya bağlı kalmasına rağmen, kendinden önceki İzlenimcilerden ayırıyordu.
Sanatçı, doğayı geometrik formlara indirgeyerek resmin biçimsel unsurlarına ve alt yapısına daha çok önem vererek başarmıştır.
Cezanne’nin “Yıkanan Kadınlar” eserinde görünen gerçekliğe değil, soyut resmin yolunu açan başlıca sanatçılar arasındadır. Cezanne doğaya bağlı kalmayı, kendi izlenimlerini aktarmayı doğru buluyordu ancak doğayı görünenin ötesinde geometrik yapısını da sağlam bir zemine oturtmaya çalışıyordu.
Salvador Dali
Gerçeküstücüler içerisinde figüratif resim eğilimi olarak akla gelen akımın ilk ünlü temsilcileri Roy, Tanguy, Salvador Dali’dir. Fakat aralarında görsel hafızamızda imaj olarak en çok yer edinen sanatçılardan biri Salvador Dali’dir. Gerçeküstücülük akımının önemli temsilcisi olan Dali, sanatçı izlenimini ve düş gücünü birleştirerek metaforik imgelemi açığa çıkarır.
Dali’nin “Bir Yüzün ve Bir Meyve Köşesinin Kumsaldaki Hayali”nde görülen belirsizlik ve nesneler arasındaki iç içe geçmişlik izleyicinin kafasını karıştırır. Deniz kabuklarının meyve kâsesinin oluşturduğu kadın yüzünde gözleri betimlemesi Dali için el yordamıyla yapılmış basit birer nesne gibi görünür. Ancak Dali’nin eserlerini yaratırken ki düşünceleri, eserlerinde kullandığı objelerin, zihni için bir ürün olması açısından salt bir nesne olmaktan çok öteye taşır.
Vladimir Kush
Gerçeküstücü sanat anlayışının günümüz temsilcilerinden Vladimir Kush’un erken dönem çalışmalarında Dali ve Van Gogh etkilerini hissederiz. Kush dönemin sanat çevresi tarafından gerçeküstücü olarak kabul edilse de, yapıtlarında daha çok metaforik gerçeklerle ilgilendiğini belirtir. Konu edindiği doğa izlenimlerini yaşam, doğum, bilgi, özgürlük, hayvan, gezegen, metaforlar ile birleştirerek eserlerine aktarır.
Okyanusta Gün Doğumu adlı eserde; sanatçının, doğada izlediği metaforlarla kendi zihninin gerçekliğini eserine aktardığı görülmektedir. Birçok ülkenin mitlerinde, dünyanın oluşum sürecini, devasa çirkin bir kuşun antik bir okyanusa kozmik bir yumurtayı bırakmasıyla başladığına inanılır. Sanatçı bu inancı daha fazla artırmak için Polinezya mitolojisinde yer alan buna benzer bir yumurtadan Hawai adalarının çıktığını okur ve bu çalışmanın oluşmasına katkıda bulunur.
Yumurta tam ortadan bölünerek gökyüzü ve yeryüzünün birleştiği ufuk noktasının yataylığını bir nehir yatağının yarığıyla desteklemiştir. Güneş ve ay tutulması gibi yumurtanın sarısıyla birleşen güneşin keskin ışık huzmesi günün doğumunu ve yaşamın başladığını simgeler. Kırık yumurta resmin en önemli rolünü üstlenmiştir.
Doğa, geçmişten günümüze değişmeceli bir anlatım yaratmak için sınırsız kaynağını sanatçının önüne sermektedir. Sanatçı doğanın içindeyken gözle gördüğü izlenimine, duygusunu da katarak yeni bir gerçekliği ortaya çıkarmaya çalışır. Sanatçının doğanın yanında yer alma düşüncesi bazen doğa karşıtı eylemleri gerçekleştirme ihtiyacına dönüşebilir. Sanatçı doğanın karmaşık çevresinde kendi yaşamından, deneyimlerinden, hislerinden derin anlamlar çıkarabilir.
DOĞA İLE SANAT ARASINDAKİ KÖPRÜ: DOĞA METAFORLARI – Bilal Yazıcı
Hazırlayan: Aslı Yılmaz